Ertuğrul Günay 'Göbeklitepe'yi yazdı
Eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, geçtiğimiz aylarda geldiği Şanlıurfa'da gezdiği Göbeklitepe'de incelemelerde bulunmuştu.Günay Dünya'nın en eski tapınağı Göbeklitepe'de gördüklerini Hürriyet gazetesindeki köşesinde yazdı.
İşte Ertuğrul Günay’ın O Yazısı;
“Dilek ağacının altında dünyanın en eski tapınağı”
Göbeklitepe, arkeolojik buluntular ortaya çıkmadan önce, bölge halkının tepedeki asırlık ağacın altında toplanıp dilek tuttuğu, kurbanlar kestiği bir ziyaret! 12 bin yıl önceki ilk tapınağın izi bile bilinmezken, yine kutlu sayılan bu tepe, insanlığın belki ilk kıblesi.
Göbeklitepe, Şanlıurfa’nın 20 km kadar kuzeydoğusunda, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en ünlü ve önemli ören yerlerinden biri. 2011 ‘den bu yana UNESCO Dünya Mirası Aday Listesi’nde, önümüzdeki yıl kalıcı listeye alınması bekleniyor.90’lı yılların ortasında Göbeklitepe’nin keşfi, dünyada bilinen ilk tapınağın tarihini, günümüzden 12 bin yıl önceye taşıdı. Ondan önce MÖ. 5 binlere tarihlenen Malta’daki buluntular, ilk tapınak sayılıyordu.
Göbeklitepe’nin, bölge halkı arasında eskiden bu yana bilinen adı ‘Ziyaret’. Daha tapınak buluntuları ortaya çıkmadan, bölge halkı tepede, taşlarla çevrili iki eski mezarın yanıbaşındaki asırlık ağacın duldasında toplanır, adak adar, kurban keserlermiş.
Tepeye verilen yerel adlardan biri de, Kürtçe ‘gire mıraza’. ‘Derde deva aranan tepe’ anlamına geliyor. Halk, burada sunulan adakların, dertlerin giderilmesine, dileklerin gerçekleşmesine yaradığına inanmış. Tapınak öreninin izleri kaybolmuş olsa da, ritüelleri derinden akan bir nehir gibi, binlerce yıl öncesinden bugünlere süregelmiş.
Sabana takılan tarih
Bölgede 60’lı yıllarda yüzey araştırması yapılmış, araştırma gerçekten ‘yüzeysel’ kalmış olmalı ki, 1985’de buralarda tarla süren Şavak (Yıldız) Amca’nın sabanına takılan buluntulara kadar kimse ilgilenmemiş. O tarihten sonra da, Atatürk Barajı altında kalacak olan Nevali Çöri ören yerindeki kurtarma kazılarının sona ermesi beklenmiş. 1994’de Nevali Çöri Kazısı’nın sona ermesinden sonra, 1995’de Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Prof. Claus Schmidt, bilimsel kazılara başlamış. Prof. Schmidt’in ve ekibinin çalışmaları sonucunda bugün insanlığın ilk tapınağı sayılan buluntular, bütün görkemiyle ortaya çıkmaya başlamış. İlk izlerine Nevali Çöri (Hastalık Vadisi anlamına geliyor) öreninde rastlanan Göbeklitepe buluntuları, çoğu T biçiminde dikilmiş kireçtaşı bloklarından oluşuyor. Dairesel ve oval biçimde dizilmiş bu kaya bloklarının üzerinde -bazıları üç boyutlu- çeşitli hayvan figürleri yer alıyor. Blokların bir kısmında el, kol, kemer gibi insan bedenine soyut çağrışımlar yapan çizimler var. İnsan yüzüne benzer tasvirler yok.
İnsanlığın ilk kıblesi
Sayılarının 20 kadar olduğu bilinen ve çapları 30 metreye ulaşan bu dairesel blokların orta yerinde, boyları beş metreye ulaşan T biçimli iki büyük kaya bloku var. Diğerlerinin tümü yönünü bu bloklara dönmüş. İki katlı yapı yüksekliğindeki kaya blokları, bu haliyle, Kudüs’teki, Mekke’deki kutsal yapılardan binlerce yıl önce, insanlığın ilk kıblesi gibi görünüyor. Göbeklitepe bir yerleşim yeri değil, bir ‘ziyaret’; yakın çevrede yerleşim işareti de yok. Burası, Dicle-Fırat havzasındaki avcı-toplayıcıların adaklarını sunmak için geldikleri bir kutsal mekân,bir tapınak. Ören yerindeki buluntular da bu ‘adak yeri/tapınak’ özelliklerini kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlıyor.
Claus Schmidt…
Türkiye’de birçok önemli alanda arkeolojik kazı izni bulunan Alman Arkeoloji Enstitüsü, 1995’den 2014’de kadar burada çalıştı. Eski dönemlerde üzeri özel olarak kapatılmış izlenimi veren bu toprak yığınlarını açtılar, gün ışığına çıkardılar. Kazı Başkanı Prof. Schmidt, adı Göbeklitepe ile özdeşleşen bir bilim insanı olarak tanındı. Schmidt, yöre insanları ile yakınlık kurmuştu; eşi de bir Türk arkeolog.
2008’de Göbeklitepe’yi ilk gördüğümde, insanda şaşkınlık ve saygı uyandıran anıtsal bloklarından çok etkilenmiş; tarihin derinlerine indikçe daha neler öğreneceğimiz konusunda merakım ve bu toprakların görkemli mirasına hayranlığım artmıştı.
Ancak, bilimsel kazıların, 1995’ten 2008’e, 13 yıldan beri sürüyor olmasına karşın, alanda yeterli düzenleme, gezi rotası, çevre düzeni, güvenlik önlemi görünmemesinden tedirgin olmuştum. Durum, Göbeklitepe’nin bütün özgünlüğüne ve eşsizliğine karşın, bu özensizlik Alman kazılarının genelinde bir istisna değildi. Aynı tedirginliği Hattuşaş’da da yaşamış, kısa sürede -Yazılıkaya’daki bariyerler gibi- bazı koruyucu önlemler alınması için uğraşmıştık.
Bir heykel kayboluyor…
2010 kazı dönemi sonunda Göbeklitepe’de tatsız bir olay yaşandı. Akşam ilk belirtileri görülen bir heykel buluntusunun çıkarılması, daha dikkatli bir çalışma gerekçesiyle- ertesi güne ertelenince, sabah çalınmış olduğu anlaşıldı.Bu hırsızlık olayı elbette çok önemliydi; kazı ekibiyle ve Alman Arkeoloji Enstitüsü’yle bakanlık arasında gerginliğe, bakanlığın soruşturma açmasına yol açtı. Hem kaybolan heykelin giderimi, hem de kazı izninin iptali gündeme geldi.
Aynı tarihlerde Türkiye’deki yabancı kazılarına, bir Türk yardımcı bulundurmaları, yıllık kazı sürelerini uzatmaları, kaynaklarını ve güvenlik önlemlerini arttırmaları, bilimsel sonuçları kendi dillerinin yanısıra Türkçe de yayınlamaları gibi kurallar getirmiş, yabancı kazı heyetlerinin ve elçiliklerin direnmelerine karşın, kuralları uygulamaya koymuştuk. Benzer verimlilik kural ve düzenlemeleri Türk üniversitelerinin kazıları için de öngörüldü ve uygulandı.İşin ibret verici yanı, yüzyıldan bu yana Türkiye’nin arkeolojik zenginliğini ülkelerine taşımış bulunan yabancıların itirazlarına, bizden de bazı kıdemli bilim insanlarının -üstü kapalı- destek vermesi oldu.
Tanıtım bombardımanı başlıyor
Tam bu eşikte, medyada ve özellikle de digital ortamda inanılmaz bir Göbeklitepe tanıtımı başlatıldı. Bu tanıtım ve sahiplenme bombardımanına göre, Alman Arkeolojisi 15 yıldan beri Şanlıurfa’da Göbeklitepe gibi dünyaca önemli bir ören yerini gün ışığına çıkarıyor, uğraşıyor ve fakat Türkiye’nin bundan haberi yok, kimse ilgilenmiyordu. Oysa durum bunun tam karşıtıydı. Bir yabancı arkeoloji kuruluşu, enstitü ya da üniversitesi, bir ören yerinin kazı iznini almışsa, bu izin, yetkilerin yanısıra sorumluluk ve yükümlülükleri de içeriyordu. Çevre düzeni, güvenlik, depolama, bulguların bilimsel yazımı, hatta kazının gerektirdiği kamulaştırma bedellerine kadar, tümü kendilerinin sorumluluğundaydı.
Ancak bizde ‘bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar’ bu bombardımanın hemen etkisinde kaldı. Sözde Göbeklitepe’yi sahiplenirken, aslında yabancı kazı ekibinin ustalıklı savunmasını benimsemiş oldular. Bu ortamda Göbeklitepe’nin iznini iptal etmek nerdeyse olanaksızlaştı.Kaybolan heykelin karşılığı olarak sınırlı bir maddi tazminat alındı; Alman Arkeoloji Enstitüsü, Göbeklitepe’nin ihtiyaçlarına yönelik daha kapsamlı bir bütçe ayırmayı ve ören yerinin düzenlenmesi için yeterli kaynak bulmayı üstlenerek çalışmaya devam etti. Eş zamanlı olarak, Göbeklitepe’de karşılama merkezi, ziyaretçi güzergâhı ve koruma önlemleri için proje çalışmaları başlatıldı.
Son hali sevindirici
Kazı Başkanı Prof. Schmidt, 2014’de beklenmedik zamanda vefat etti. Göbeklitepe’de ve Şanlıurfa’da bugün iyi duygularla anılıyor. Kazı, şimdi Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü ile Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün ortak çalışmasıyla sürdürülüyor.
Göbeklitepe’yi en son bu yılın (2018) mart ayı ortasında gördüm. Avrupa fonundan bulunan kaynakla, kazı çalışmalarının tamamlandığı bölgenin üstü çatıyla kapatılmış. Çatı, koruyucu işlev açısından iyi ve uzaktan bakınca alana görkemli görünüm veriyor. Ancak seyir terasında gezerken, anıtsal kaya blokları -doğal olarak- aşağıda kaldığından, eskisi kadar etkileyici olamıyor.
2011’de bakanlık DDY ile protokol yaparak, demiryollarından çıkarılan tüm ahşap döşemelerin (traverslerin) kullanım hakkını almış ve ören yerlerinin gezi yollarında kullanılmasını kararlaştırmıştı. Harran’da, Ahlat’ta, Metropolis’te, Teos’ta, bir çok yerde bu uygulama yapıldı.
Ülkede yapılan her şey kötü değil
Göbeklitepe’de -martta gezdiğimde- ziyaretçi güzergâhında, travers yerine kalıp taş döşeniyordu. Beton kullanmadan sıkıştırılmış zemine yerleştirilen taşların dağılmaması için, iki yana dar beton kalıp dökülmüş ancak kalıbın kolaylıkla sökülüp kaldırılmasını sağlamak için de, altına geo-tekstil keçe serilmişti.Yapımı henüz tamamlanmakta olan karşılama merkezi üniteleri modern ve ihtiyaca elverişli bir görünüm taşıyor. Karşılama merkezini yapan kültür destekçisi Türk girişimci, her yıl kazılara önemli bir maddi destek vermeyi de üstlenmiş. Karşılama merkezinde panolardan ve digital ekrandan bilgiler alacak olan ziyaretçiler, yürüyerek ören yerine ulaşacaklar.
Yaşlılar ve engelliler için lastik tekerli küçük taşıyıcılarla ulaşım planlanmış.
Kendi payıma, yıllar önce toz toprak içinde gördüğüm Göbeklitepe’nin son halini, çatıya ve gezi güzergâhına yönelik bazı duraksamalarıma ve abartılı bulduğum itirazlara karşın, olumlu, sevindirici buldum. Ülkemizde, her şeyin olumsuz yönünü görmeye, olumsuz her eleştiriye de hemen inanmaya ve yaymaya hazır geniş bir kamuoyu var.
Bazıları bunu iyi niyetle, bir kamusal dikkatle yapıyor; bazen da kişisel nedenler, kıskançlıklar, çekişmeler bu tür karalamalarda etkili oluyor.Kuşkusuz yapılan her şey mükemmel olmuyor; bazen yapılanlar karşısında insan gülmek mi, ağlamak mı gerektiğini şaşırıyor.Ama bu ülkede yapılan her şey kötü değil, elbet iyi şeyler de var ve yanlışların yanında doğruları, iyi şeyleri de görmek, özveriyle çalışanların heveslerini kırmamaya özen göstermek de gerekiyor.
Ertugul Günay/Hürriyet