Göbeklitepe Tarihin sıfır noktası
Göbeklitepe son yılların en heyecanlı keşfi. İnanç tarihinin gelmiş geçmiş en etkileyici, en eski buluşu. Şimdi dünya standartlarında bir sergi ve ziyaretçi merkezine kavuştu. Gidin, görün ve büyülenin!
Urfa; efsaneye göre Hz. Adem ile Havva’nın cennetten indiği yer. Hz. İbrahim’in doğduğu ve ateşe atıldığı, Hz. Eyüp’ün hastalığına sabır gösterdiği, Hz. Şuayyip’in biraz ötesinde Şuayp şehrini kurduğu, Hz. Musa’nın Sogmatar’da yaşadığı bir peygamberler şehri. Hanları, hamamları, camileri, kiliseleri ile Roma’dan Osmanlı’ya manevi haz, görsel şölen sunan mistik bir atmosfer.
Ama dünyanın dikkatinin Urfa’ya çevrilmesine neden olan şey, biz Türkler’in yıllar yılı pek de farkında olmadığı kutsal bir abideden kaynaklanıyor. Adı: Göbeklitepe... Bu yapıt, Urfa’nın insanlık tarihine armağan ettiği bir sürpriz.
Şanlıurfa’nın 20 kilometre kuzeydoğusunda, Mardin karayolu (tarihi İpek Yolu) üzerinde, hiçliğin ortasında, Hititlerin “Çöl” diye nitelediği bir bölgede, 800 metrelik bir tepede, toprağı kazdıkça ibadethane, toplanma, tapınak alanı fışkırıyor. Yaşı bugünden geriye 12 bin yılı zorluyor.
Göbeklitepe, İngilizlerin Hedgestone’undan 7 bin yıl, piramitlerden 8 bin yıl, Machu Picchu’dan 11 bin yıl daha eski. Tarihin sıfır noktası, medeniyetin göbek deliği (ki şekliyle de andırıyor), insanlığın Kabesi, Kudüs’ü, Vatikan’ı, bir inanç merkezi... Ve ahlakın ve düzenin ve şehirleşmenin ve toplumun icat noktası ve dünyaya yayılışı... İşte tüm bunların temsil edildiği yer Göbeklitepe...
Bu kıraç tepede 1960’lı yıllarda bir yüzey araştırması yapılmış ama 1985’te tarlasını süren Şavak Yıldız amcanın sabanına takılan buluntulara kadar kimse ilgilenmemiş Göbeklitepe ile. 1995’te Alman Arkeoloji Müzesi’nden Prof. Klaus Schmidt bilimsel kazılara başlamış.
Uygarlık tarihinin ilk tapınaklarında insanoğlu ölümle hesaplaşmış. Ters L biçimindeki kireçtaşı bloklar 20-30 metre çaplı çemberler oluşturacak şekilde dizilmiş. Üzerlerine dünyayı temsil eden akrep, leopar, akbaba, tilki, yılan kabartmaları yapılmış. Çemberin merkezine ise elleri göbeğinde birleşmiş, insan benzeri ama yüzü olmayan daha yüksek T şeklinde iki sütun yerleştirilmiş. Bu iki sütun, dünyevi olmayan, evrendeki tüm canlıların üzerinde yüce bir gücü simgeliyor.
Asıl önemli gelişmelerse 2007 yılından sonra yaşanmış. Bulunan tapınakların yaşının M.Ö. 9600 yıllarına ait olduğunun duyulmasıyla arkeoloji dünyası dikkatini bir anda Şanlıurfa’ya çevirmiş.
Göbeklitepe, henüz Taş Devri’nden buzul çağından yeni çıkmış avcı insan topluluklarının bir araya gelerek inşa ettiği ilk dinsel, törensel, toplanma, adak sunum merkezi. Yeryüzünde bir ilk. Mezopotamya’nın Bereketli Hilal adı verilen kesiminde, Harran Ovası’na yukarıdan bakan bir mevkide, 12 hektarlık (50 futbol sahası) bir araziye yayılmış iri ufaklı 20 mağbetten söz eriyorum. Bunlardan sadece 8’i gün ışığına çıkartılabildi. Göbeklitepe bulunana kadar dünyanın en eski tarihi anıtının Malta’daki kalıntılar (M.Ö. 5000) olduğu sanılıyordu. İnsanlığın önce tarım toplumuna şehirleşmeye geçtiğine sonradan dini ananeler geliştirdiğine inanılıyordu.
Göbeklitepe’nin son halini gittim, gördüm. Yıllar boyu dağ başında tek kulübe, bir keçi yolundan oluşan kazı alanı, adeta Ay Üssü Alfa’ya dönüşmüş. Doğuş, 15 milyon dolar harcayarak, kazılara destek vermekle kalmamış, kazı alanının dışına dünya standartlarında bir ziyaretçi merkezi inşa etmiş, üstyapıya altyapıya da el atmış. Doğuş Grubu Kurumsal Müdürü Bahar Erbengi ve Göbeklitepe kazı heyetinden Dr. Moritz Kinsel’in katılımıyla gerçekleşen basın gezisinde, kendimi tarihin sıfır noktasına ışınlanmış hissettim. İki bölümden oluşan ziyaretçi merkezi, bölgenin taşı toprağı sıkıştırılıp tuğla haline getirilerek sil baştan inşa edilmiş. İçerisindeki video enstalasyonlar bir Alman firmasına ve National Geographic’e hazırlatılmış. Müzikler, mekanın ruhuna uygun olması için Mercan Dede’ye besteletilmiş. Kazı alanına gidecek turistler için shuttle’lar bile düşünülmüş.
Kazı alanının üzeri ise Kültür Bakanlığı’nca, AB’den alınan destek fonuyla kaplanmış. Estetiği tartışılır ama, koca bir arkeolojik alana iki ayakla desteklenen dev bir çatı oturtmak da kolay değil. Rüzgarı kısmen kesiyor ve eserleri yağışa karşı koruyor. Ancak ziyaretçiler alanı yukarıdan gezebildiği için, sütunların ihtişamını yanında oldukları kadar idrak edemiyorlar.
Kendi adıma, Göbeklitepe’de yapılanlar karşısında hem etkilendim, hem de gurur duydum. Bugüne kadar sosyal sorumluluk projelerine 400 milyon dolar harcayan Doğuş Grubu’nun, Göbeklitepe için adeta seferber olduğunu, sahiplendiğe şahit oldum. Dünyanın sayılı gazetelerinden yabancı meslektaşlarımızı da oraya davet edip ağırladılar, yapılanları tek tek sıraladılar.
Ülkemize gelen yabancı devlet adamı ve heyetlerin programına mutlaka Göbeklitepe dahil edilmeli. Bu bir devlet politikası olmalı. Göbeklitepe kazı alanının yanına ayrıca antik tarzda bir tiyatro inşası çok iyi olur. Ambiyansa uygun konser ve festivaller Göbeklitepe’nin tanıtımına katkı yapar. Şanlıurfa turizmin yeni çekim merkezi olur.
Gözümü kapıyorum. İleride Harran Ovası, ötede Mezopotamya, arkamda Nemrut Dağı... Ilık rüzgar, çimen kokusunu yüzüme taşıyor. Ceylan sürülerinin gezdiği, sulak ovalarda fıstık ağaçları, meşe ormanları yükselen bir çayırın ortasındayım. Yeşil zeminde çıplak ayaklı yanık tenli yüzlerce mağara adamı taş blokları çekerken sicim gibi gerilen terli kasları güneşte parlıyor. Çayırın ortasında yükselen tepedeki yıkıntılar gözüme ilişiyor. Makaranın başa sarması gibi düşen taş bloklar yerden havalanıp gerisin geri koptukları noktadan birleşiyor. Bir anda çevresinde binlerce insanın diz çöküp el pençe durduğu tapınaklar, binlerce yıllık uykudan uyanırcasına önümde yükseliyor.
Halbuki Göbeklitepe bunun böyle olmadığını, insanların önce dini kaideler, tapınaklar inşa ettikleri ardından buralarda yaptıkları toplantılar, adak törenleri, inisiye ayinleri ile tarım, hayvancılık, çömlekçilik, yerleşik ve hiyerarşik toplum düzenine geçtikleri belirlendi. Yani inanç her şeyden önce başlamıştı. İyi de henüz avcılık aşamasındaki metalleri keşfetmemiş taş devri insanı, sadece sert taşları kullanarak 6 metre yüksekliğinde 40 ton ağırlığındaki yekpare kayaları kesip, biçimlendirip, üzerine mükemmel hayvan rölyefleri işleyip tapınak alanına nasıl getirip dikti? Bu bir muamma. Üç yaşındaki bir çocuğun elindeki oyuncak aletlerle köprü yapmaya girişmesi gibi bir şey bu.
Ne var ki, kazı çalışmaları 20 yılı aşkın süredir sürmesine karşılık, alanda ne yeterli düzenleme, ne bir gezi rotası, ne çevre düzeni, ne de doğru dürüst bir güvenlik tedbiri vardı. Gelen ziyaretçiler, kazı alanının üzerinde dolaşıyor, yağmur ve rüzgar taşları aşındırıyordu. Turistler için Göbeklitepe’nin özgünlüğüne yaraşır bir seyir ve sunumu modeli geliştirilemiyordu.
Bu aşamada Doğuş Grubu devreye girdi. Ve tüm dünyaya örnek olacak bir proje ortaya attı. 2015 yılında Turizm Bakanlığı ile 20 yıllık bir anlaşma imzalayan Doğuş Grubu, 2035 yılına kadar Göbeklitepe’deki kazı çalışmalarına 20 milyon dolar vereceğini açıklamakla kalmıyor, kazı bölgesinin dünya standartlarında bir müze ve sergi alanına dönüşümü için yapılacak projeyi de bizzat üzerine alıyordu. Elini taşın altına sokuyordu açıkçası.
Amaç Türk kültürünü dünyaya tanıtmak, Göbeklitepe’yi inanç turizminin yeni bir halkası yaparak, global bir ikon haline getirmekti. Kamu-özel sektör arasında arkeolojide benzeri olmayan bu sıra dışı işbirliği UNESCO tarafından bile heyecanla karşılandı. Hatta UNESCO yetkilileri bu modeli global sponsorlar toplantısına katılan yabancılara önerdi. Yapılanlar sayesinde Göbeklitepe’nin Temmuz ayında UNESCO Dünya Kültür Mirası’nın aday listesinden gerçek listeye alınması oylanacak.
Göbeklitepe, yapımı tamamlanan çatı koruması sayesinde yeni yüzüyle ziyaretçi akınına uğruyor. UNESCO Dünya Kültür Mirası aday adaylığı için son hazırlıkların yapıldığı alanın, uzun yıllar daha iyi korunması ve sağlıklı kullanılması için yürütülen çalışmalar kapsamında yapılan 4 bin metrekarelik çatı tamamlandı. Geçen ay tekrar ziyarete açılan alanda, turistler, artık kazı alanını daha rahat gezebiliyor.
YORUMLAR