Daha küçük bir çocukken bile hayallerini süsleyen Konstantinapolis’i alma yolunda planlar yapıyordu II. Mehmet. Yaşının küçüklüğüne bakmadan zamanının imkanlarını zorlayacak tasarıları zihninde yoğuruyordu. 1451 yılında babasının vefatının ardından tahta geçer geçmez o dönemin siyasi bunalım senaryoları içinden bir anda sıyrılır ve kendisini asıl hedefine verir ve bu uğurda gece gündüz çalışma yoluna gider.
İstanbul’un fethi için yapılan hazırlıkları ders kitaplarından hepimiz okumuşuzdur. Bu hazırlıklar içerisinde dikkatimizi çekmeyen bazı maddelerin bizim için ne derece önemli olduğunun farkına varmadan okuyup geçmişizdir bu cümleleri. Kim bilir belki İstanbul’un fethini önemsemediğimizden ya da ders kitaplarının sıkıcı havasından kaynaklanmaktadır bu umursamazlığımız. Ancak aşağıda bahsedeceğim bazı hazırlıklar II. Mehmet’in amaçlarına ulaşmak için ne kadar azim ve kararlılık içinde olduğunun göstergesi ve bize de amaçlarımız yolunda örnek olacak nitelikte önem arz etmektedir.
Konstantinopolis’in fethinin en büyük hazırlığı bence Efendimiz Hz. Muhammed(sav.)’in “Konstantiniye mutlaka bir gün fetholunacaktır; onu fetheden asker ne güzel askerdir; ve onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır” hadisinin Fatih’in ruhuna işlenmiş olmasıdır. ‘Mutlaka fetholunacaktır’ ifadesine ulaşmanın yolu büyük hazırlıklardan ve fethe gönülden inanmaktan geçebilirdi.
O güne kadar eşi benzeri görülmemiş büyüklük ve tasarımda ‘şahi’ adı verilen topların dökümü ve daha önemlisi bu topların balistik hesaplarının II. Mehmet tarafından yapılmasını kitaplardan okurken bu madde dikkatimizi çekmeliydi. O toplar değil midir ki İstanbul’un tarih kaynaklarında 32 defa kuşatılmış fakat dize getirilememiş surlarını Osmanlı’ya açan?
Haydi bir mühendislik harikası olan ‘şahi’yi gözden kaçırdık peki yürütülen zırhlı kulelere ne demeli! Boyları surlardan yüksek olan bu kuleler Bizans askerlerince ‘şeytan işi’ bir savaş aletiydi. Çünkü bu savaş aleti hem yürütülüyor hem de bu kulelerden hafif toplarla atış yapılabiliyordu. Dahası kuleden açılan merdivenle surlar üzerine çıkılabiliyordu. Bitmedi! Bu kuleler yandırılamıyordu. Çünkü bu kuleler büyükbaş hayvan derileriyle kaplanarak ve bir sistemle bu deriler sürekli ıslatılarak surlardan atılacak ateşlerle yakılmasına engel olunmuştur. Evet olsa olsa bu bir ‘şeytan işi’dir Bizans askerlerinin idraklerine göre…
Fetih hazırlıkları içerisinde dikkat çekici bir nokta ise şüphesiz Rumeli Hisarı’nın yapımıdır. İnşaatında yedi bin usta ve on iki bin işçi çalışmış ve Hisar dört ay gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır. Hisar’ın inşaatında Fatih bizzat çalışmış ve inşaatın denetimini gerçekleştirmiştir. Rumeli Hisarı’nın dört ay gibi kısa bir sürede tamamlanması, binlerce isçi ve ustanın bu yolda canla başla çalışması ve bizzat bir padişahın inşaatta bir işçi gibi taş taşıması büyük bir kararlılık ve sevda örneğidir.
Fetih hazırlıkları içinde sayılmayan ama bence fethin ruhunun mantığını ortaya koyan kuşatma esnasında söylenmiş bir söz vardır ki bu söz Fatih’in kararlılığı açısından takdire şayan ve dikkate değerdir. Fatih şöyle diyor: “Ya İstanbul beni alacak, ya ben İstanbul’u”. İstanbul’un fethini anlatma açısından yalnız bu söz üzerine kitap yazılsa yeridir. Bu söz, Fatih’in ideali uğruna kendini verebileceğinin, kendini İstanbul’a adamış olduğunun en büyük kanıtıdır ve bence fethin en büyük hazırlıklarından biridir.
Bu saydıklarımız fethin hazırlıklarından sadece birkaçı. Sadece fetih konusundaki kararlılığa dikkatleri çekmek amacıyla verdiğim birkaç örnek…Başlıkta sorduğumuz soruyu yeniden soralım: “Fetih bize ne anlatır?”
Bütün bu kararlılıkların meyvesi olarak elli üç gün süren kuşatmanın ardından Allah’ın izni ve inayetiyle İstanbul fethedilmiş yani kapılarını İslam dünyasına nihayet açmıştır.
Fethin en çok ilgilenmemiz gereken yanlarından biri de fetih sonrasıdır. Çünkü İstanbul’un fethi bir gün bir ay yada bir yılda gerçekleşmemiş adeta yıllara yayılmıştır. Bahsettiğim fetih İstanbul’un kapılarının Müslümanlara açılması değildir. İstanbul kapılarını elli üç günlük kuşatma ve yoğun çatışmaların ardından Müslümanlara açmıştır fakat fetih hareketi Osmanlı için bir olay değil olgudur; bir an değil uzun bir süreçtir. Evet siz de tahmin ettiniz İstanbul’un ihyasından bahsetmek istiyorum. Osmanlı değil midir fethettiği yerleri mamurlaştırarak, harabeleri ve kırık gönülleri tamir eden… MÖ. 658 yılında kurulan şehir kapılarını Müslümanlara açmasıyla farklı bir havaya bürünmeye başlamıştır. Fakat bu bir eskiyi silme hareketiyle değil yeni ile eskinin sentezlenmesiyle ortaya çıkmıştır. Özellikle fethe yaklaşan yıllarda köhne bir hale bürünmüş ve nüfusu 40- 50 bine kadar düşmüş olan İstanbul şehri Müslümanların ihya mantığıyla yeni halini alacaktır. İstanbul’un Müslümanlar tarafından alınmasıyla şehri terk eden bazı Bizans aydınları şehrin Müslümanlar elinde harabeye döneceğine veya ruhsuzlaşacağına inanıyorlardı. Fakat bu durum onların düşündüğü gibi olmadı. Nitekim yıllar sonra Osmanlı ülkesini ziyaret eden yazarlar Roma, Venedik, Paris, Leon ve Milano şehirleri bir araya getirilse bile İstanbul kadar güzel bir şehir olamayacağını eserlerinde beyan etmişlerdir. Avrupalı yazarları bu düşünceye sevk eden şehrin inşa hareketi olmuştur. Eskiyle yeninin sentezi olan bu inşa hareketi İstanbul’u İstanbul yapmış ve günümüze kadar izleri silinmemiş- silinememiş bir İslam şehri özelliği kazandırmıştır. Bir diğer önemli faaliyet Anadolu’dan Türklerin bu güzel şehre yerleştirilmesinin yanında fetih sebebiyle kaçmış olan Rumların geri getirilmesidir. Ben bu olayı büyük bir hoşgörü örneği olarak değerlendirmekle beraber İslam medeniyetinin Rumları bile ötekileştirmeden İstanbul’un ancak eski sahipleriyle yeni sahiplerinin beraber, barış içinde yaşaması ile tam manasıyla adına yakışır bir şehir olabileceği düşüncesinin kanıtı olarak görüyorum. Nitekim Fatih vakfiyesinde en büyük hünerin bir şehir kurmak ve halkın kalbini kazanmak olduğunu söylemiştir. Fatih Sultan Mehmet Hıristiyan halkın can ve mal güvenliğini garanti altına almış, onlara dinî özgürlükler tanımış hatta Ortodoksları himaye etmiştir. Bunu sadece hoşgörü ile açıklamak bir ayağı kırık merdivene çıkmak gibi olur. Bu, hoşgörünün yanı sıra çok kültürlülüğü esas almak ve İslam dininin tüm çağların en kamil insanî bakış açısını mensuplarına kazandırdığının göstergesidir. İşte Fatih’i tam manasıyla anlamak için onun belki de en çok bu yanını iyi okumak gerekir. Bu hadise günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz birlik ve beraberliği tesis edemeyişimize en güzel cevap olsa gerek…Başlıkta sorduğumuz soruyu, her birimizin samimice cevaplaması için yeniden soralım: “Fetih bize ne anlatır?”
YORUMLAR